Romanları

36 Baharı

Tıp öğrenimini Fransa’da tamamladıktan sonra kasabasına dönen Dr. Kemal hem hastahanede hem Halkevi Polikliniği’nde çalışmaktadır. Rus ihtilalinde kaçıp oraya yerleşen Siderov ailesinin büyük kızı Maria ile yolları Halkevinde kesişir.
Dr. Kemal ve Maria hikayesinin izi sürülürken, Halkevinde görev alan idealist insanlar da romanın asıl kahramanları olurlar.

Bu yönüyle 36 Baharı ‘aydınlanmanın romanı’dır. Bir dönemin yaygın ve etkin kültür sanat kurumu olan Halkevleri ilk kez bir edebiyat yapıtının merkezinde yer bulmuştur.

Dr. Kemal ve Maria aşkı değişik kişilerin tanıklığıyla onların ağzından verilir. Bölüm başlarındaki gazete ilanları, okuru dönemin atmosferine çeker. Romanın sonunda merak edilen soru, aslında yazar tarafından iç sayfalardan birinde yanıtlanmıştır.

Kitaptan bir bölüm


ACELE SATILIK

“Alman marka üç pedallı
çapraz piyano, acele satılık.
Beyoğlu Aynalı çeşme, tuhafiyeci Kosti efendiye başvurulması”
1935 Kasım

PERVİN’İN ANILARINDAN :
Bir gün arkadaşım Katia bana şöyle dedi:
“Pervin sana çok gizli bir şey söyleyeceğim ama kimseye söylemeyeceğine söz ver.”
Birlikte okuldan dönüyorduk. Yağmur yağmaya başlamıştı. Bir süre koşar adım
yürüyüp sonra bir evin kapısının önündeki sahanlığa sığınmıştık. Burası evi çevreleyen
ve kapının üstünde genişleyen saçağın koruması altındaydı. Saçaktan inen sular
birbirine ekleniyor ve sanki parmaklıkları sudan bir kafesin içinde saklıyordu
bizi. Katia bana bunu, tam oraya girdiğimizde söylemişti.

Ama benim “Peki söylemem” deyişimden konunun önemini kavramamış
olduğumu anlamıştı. Konuşmadı…

Yağmur giderek hızlanıyor, toprağı gürültüyle dövüyor, su birikintileri
üzerinde küçük balonlar oluşuyordu.

Katia tam karşımda durdu. Uzun sarı saçlarında su damlaları parlıyordu. Yeşil
gözlerini iri iri açarak yeniden sordu.

“Söz mü, söz mü?”

Başımı havaya doğru kaldırdım, gülerek, “Sööözzz” diye bağırdım. Sesimle
yağmurun sesini bastırmak istedim. O yine sustu, belli ki bu yanıtım da inandırıcı
gelmemişti. Ellerini saçağın dışına doğru uzatarak yağmur damlalarını yakalamaya
çalıştı. Avuçlarında topladığı suyu yüzüne sürdü. Alnını çevreleyen sarı saçları iyice
ıslandı. Uzun kirpikleri birbirine yapıştı. Ben de aynısını yaptım. Ellerimi yağmur suyu
ile doldurup yüzümü yıkadım. Avuçlarımızdan sıçrayan sular üstümüzü ıslatıyordu
Eğleniyorduk, ama bir süre sonra bu oyundan vazgeçtik.

Hava kararmış, yağmurun sesi tüm sesleri bastırmıştı. Issız sokaktan arada bir
tek tük koşuşturan insanlar geçiyordu. Biz, on bir yaşında iki kız çocuğu iki katlı,
yeşil boyalı bir evin, oymalı ahşap kapısı önünde yağmurun dinmesini bekliyorduk.
Bizden uzakta, başka evlerin saçakları altında bekleşen siyah önlüklü, beyaz yakalı
başka öğrenciler vardı… Tıpkı karşıdaki saçağın altıda dizilmiş ıslak kumrular
gibi… Katia yeniden,

“Bak” dedi , “çok gizli, kimseye söylersen?”
Anlaşılan bu gizli konuyu mutlaka benimle paylaşmak istiyordu. Ben de başımı sallayarak son kez söz verdim. O zaman, başka kimsenin duymaması için elleri ile kulağımın yanlarını örterek, yağmurun tıpırtısını ancak bastıran alçak bir sesle,
“Senin Kemal dayın benim Maria ablama aşık, ablam da ona… İkisi de aşık” dedi .

Ege’nin yağmurları başlayınca aralıksız günlerce sürer.
O gün başlayan yağmur, hiç yavaşlamadan, hiç ara vermeden üç gün
üç gece sürdü. Duman grisi gök yüzü kasabanın üstünü bir kapak gibi örtmüştü. Arada bir patlayan gök gürültüleri, göğü ve yeri ses titreşimleri ile sarsıyor, çoğu iki katlı, çivit mavisi, aşı kırmızısı, safran sarısı, filiz yeşili renklere boyalı, cumbalı evlerin, boyasız taş yapıların çatılarından sular oluk oluk akıyordu… Taş döşeli dar sokaklarda dereler oluştu. Bu derelerden mazgallara girebilenler, kasabanın dışından geçen ve iyice kabarmış olan çaya ulaştı. Pazar yerinden yuvarlanıp suya kapılan meyva ve sebzeler yollara saçıldı. Ağaçlarda kalan son yapraklar, bu kuvvetli yağmurla birlikte toprağa düştü. Geride çıplak ve ıslak dallar kaldı.