Edebiyat

Edebiyat ve Ben

Çocuk yaşlarımdan beri edebiyat hem okuyucu hem yazar olarak sevdiğim ve içinde bulunmaktan zevk duyduğum özel bir dünya oldu.

Bu dünya içinde yer almak ve oraya iyi örnekler sunmak istedim hep. Yazarken tek ve gerçek dileğim; estetik tatlar veren, etkileyen, iz bırakan ve ilerde kendimin de okumaktan mutluluk duyacağı metinler yazabilmek.

Öyküler yazarak başladım. Öykü alanında önemli ödüller aldım.Üçüncü kitabımın ardından ilk romanım 36 Baharı yayımlandı. Bu  benim sevdiğim ve önemsediğim bir kitabımdır.

Yazım diline ve üsluba gelince: Yalın anlatımdan yanayım. Bence güzellik sadelikte . eğer sade bir söyleyişle zenginlik ve etkinlik yaratabilirsem ne mutlu… Anlattığım hikayede atmosferi, duyguları, anlamı, okurla paylaşmak isterim. Fazla biçimci, anlamı örtük metinleri sevmem, göze sokanları sevmediğim gibi. Dile özenir, cümlede aykırı durmadığı sürece kullandığım sözcüklerin Türkçe olmasına dikkat ederim.

Kendimi öncelikle toplumcu gerçekçi olarak tanımlayabilirim.Toplumsal olayları roman içindeki kahramanlarla birlikte düşünürüm. Zaten gerçek hayatta da kimse yaşadığı toplumdan soyutlanmış değildir.

Yazılarımda  değişik edebiyat akımlarından etkiler görülebilir.

Her romanda başka bir dil ve biçem arayışı bana göre bir yazarın derinliği…Bunu önemsediğim için romanlarımda hatta kısa öykülerimde değişik biçim ve dil kullanmışımdır. Bana göre yazar gerek biçim, dil,gerek konu, tema, mekan, zaman olarak tekrara düşmemelidir. Kurguya da önem veririm.Kurgu zeka ile ilgilidir .

Yazarken en hoşuma giden şeylerden biri, değişik çağrışımlarla zenginleştirilmiş, farklı anlamlar katılmış sözcük oyunları yapmak ve kuru anlatımı kırmaktır. Örnek: Yaz sıcağını anlattığım bir paragraf;

Ve Edremit’te yaz çok sıcak olur…Çok sıcak.

Öyle sıcak olurdu ki, her şeyi eritirdi. Saatleri eritir ve uzatırdı. Sokakları eritir ve uzatırdı. İşleri, öğle uykularını, tembelliği, işleri, işleri, işleri… (ÖAE s.69)

Ya da sanayi  bölgesini , fabrikaları  anlatan birkaç satır;
Ama burası fabrikaların şehri. .. Hep ayaktadır, hep tüter, iyi söndürülmemiş bir ocak gibidir… Dumanı kesilmez… Kulak versen zifiri karanlıkta bile, derinlerden gelen tak tukları, çınlamaları, uğultuları duyarsın
(…)
Fabrika; geceyle gündüzü ayırt edemeyen, kör gözlü; ancak çalışırsa yaşayabilen, hantal bir varlıktır… Gece karanlıkmış, herkes yatağında eşine sarılıp uyumaktaymış, bakmaz o. İşine bakar.

CUMHURİYET Kitap eki için yapılan bir söyleşide şöyle demiştim.

“Ben edebiyatı hiçbir zaman bir hobi, bir vakit geçirme biçimi,bir rahatlama yolu olarak görmedim.

Bazen şöyle düşünürüm. Alaaddin’nin sihirli lambasındaki cin karşıma çıksa ve bana şöyle dese, “Al sana masalsı bir hayat, en geniş olanaklar, nerede nasıl istersen!” O zaman ona sorardım

“Peki o hayatta yazmak da olacak mı?” Eğer bu soruma,

“Hayır, bir tek o yok, zaten onca varlığın içinde ne diye bir de yazmaya uğraşacaksın” diye yanıt verirse

“O zaman lambana geri dön,” derdim ona.

Yazının olmadığı bir yaşamı düşünemiyorum çünkü. Oysa yazmak zor bir uğraştır.. Yalnız kalmaktır, kapanmaktır. Boş kağıdın önünde sıkıntılar yaşamaktır. Göz nuru dökmektir. Üstelik verilen emeğe göre getirisi de azdır.

Öbür yandan, ben hoşuma giden bir paragraf yazdığım gün uça uça dolaşırım. Yazdığım metin, bir okurum tarafından tam istediğim gibi algılanmışsa, istediğim gibi tat vermişse, beğenilmişse, bunu öğrendiğim günü farklı yaşarım. Mutlu, kanatlı, güçlü olurum… Etrafım daha güzelleşir. Bu çok değerli bir ruh halidir. Başka şeylerle karşılaştırılamaz. Satın da alınamaz. Edebiyatı çok önemserim ve güzel yapıtlar ortaya koymayı amaçlarım, evet en büyük amacım bu. Bunu başaran tüm yazarlara saygı duyarım.